Külliye

 

 1) Külliye nedir?

  Abbasilerden beri, cami ile birlikte kurulmuş medrese, muvakkithane, türbe, aşhane, darüşşifa(hastane), sebil, hamam, çeşme, çarşı ve benzeri yapıların meydana getirdiği dinsel ve toplumsal merkezdir.

  A) Cami: Müslümanların kutsal ibadet mekanıdır.Başlangıçta secde edilen,topluca namaz kılınan yer anlamında mescidül cami denilen ibadet mekanının adı giderek kısaca cami olmuştur.Bütün dünyayı büyük cami olarak tanımlayan HZ.Muhammedin(sav)  evinin, kerpiçten duvarlarla çevrili avlusu ilk cami sayılır.Daha sonra HZ.Muhammed(sav) tarafından 622 yılında Medinede kurulan ilk cami dört duvarla çevrilmiş bir kare alanından ibaretti.Peygamberimizin cemaate imamlık ettiği yerde güneşten korunmak için saçak bulunuyordu.

Osmanlı döneminin büyük camilerinde başlıca şu bölümler bulunur.

a)harim ya da muhavata denilen dış avlu,

b)harem denilen iç avlu, 

c)namaz kılınan bölüm sahın,

d)son cemaat yeri,

e)minare,

f)şadırvan,

g) muvakkithane (Çoklukla büyük camilerin yanında yapılan içinde ezan vakitlerinin saptanması için gerekli alet ve saatler bulunan küçük bina),

h)imam ve müezzin odaları,

i)musalla taşı,(üzerinde cenaze konulan ve önünde cenaze namazı kılınan masa biçimindeki taş seki)

j)helalar,(apdesthane)

Larabanga Camii, dünyanın en eski camilerindendir

   B) Medrese: Müslüman ülkelerde orta ve yüksek öğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adı. Medrese kelimesi Arapça ders (درس) kökünden gelir. Medreselerde ders verenlere müderris, onların yardımcılarına muid, okuyanlara danışmend, sohta veya talebe adı verilir.

Medrese

 

  C) Türbe(kümbet): Devlet adamlarının veya din alimlerinin mezarlarının bulunduğu oda şeklindeki binaya verilen addır. İçerisinde (çoğunlukla) ünlü kişilerin gömülü bulunduğu anıtsal tarihi mezarlar için de türbe kelimesi kullanılır. Türbeler çoğunlukla eski çağlarda yaşamış önemli insanların yattığı yerdir.

Türbe

 

  D)Aşhane:Külliyede çalışanlara, medrese öğrencilerine, kalenderhanede yaşayanlara ve yoksullara parasız yemek ve fodula(bir çeşit ekmek) verilen yer. Her külliyede bulunan aşhane geliri, hayırseverlerin kurduğu vakıflarca sağlanırdı.

  E)Darüşşifa:İlkin hastane anlamında iken giderek akıl hastanesi, tımarhane anlamında kullanılmıştır.  

  F)Sebil:Allah(cc) rızası için  her zaman içme suyu dağıtılan yerlerdir.Bu yerler çoğu kez camilerin yanında, kendilerine ozgü bir tarzda yapılmış taş yapılardır.(selsebil)

  G)Çeşme:Herkesin yararlanması için düzen altına alınan bir suyun akıtıldığı yapı.


2)Oluşumu ;

  Vakıf hukuk sistemi ve hayrat kavramı gelişmesiyle ortaya çıkmıştır.

 * Vakif nedir?

Vakıf, iktisadi anlamda, ferdi çalışma ve gayretle elde edilen imkanların ve mal varlığının gönül rızasıyla paylaşılmasını öngören hukuki bir sistemdir. Bu sistemde, her turlu hırs ve tamahtan uzak bir şekilde, şahsi mal varlığı, kamunun kullanımına aktarılmakta, böylece şahsi imkanlar kamu hizmetine dönüştürülmektedir. Burada faydacı felsefenin aksine, diger insanların lehine, şahsin feragati ve fedakarlığı sozkonusudur. Katılımcılık ve paylaşma ruhu hakimdir. Zira toplumun huzuru sağlanmadıkça, bireyin mutluluğunun sürekliliğinden soz etmenin mumkun olmadığı düşünülmektedir. O halde vakıf, butun insanlığın mutluluğunu amaçlayan bir sistemler butunudur. Vakif yapan kisi feragatin ve baskalarina yardimci olmanin mutluluğunu; vakıftan yararlanan kisi ise, bir ihtiyacını karşılamış olmanın hazzını duymaktadır. Bu, birbiriyle çelişmeyen ve biri digerinin hazzını azaltmaksızın dalgalar halinde cemiyetin butun fertlerini saran, topyekun bir mutluluktur.

A. Toynbee, Tarihte Şehirler adli kitabında, ''abutun şehirler, ya da daha doğrusu makinenin hükmettiği modern devir öncesi butun şehirler, az çok mukaddes şehirler idi. Bana öyle geliyor ki din, insan tabiatinda yer alan ayirici bir unsurdur, ve hic suphe yoktur ki, XVIII. yuzyil sonuna kadar her şehir diger cepheleriyle birlesen dini bir cepheye sahipti. Sanayi devriminden once, hicbir yerde, hicbir sehir, münhasıran siyasi bir şehir, ya da askeri bir şehir, veya dini bir şehir olmamıştır. Şehirler birbirlerinden ayriliyorlandi, çünkü bu faaliyetlerden bir çoğu, bunun için digerlerini saf disi bırakmaksızın oraya hükmediyorlardı"  diyor.

 

 

 Türk İslam sanatı külliyelerinin en önemli temsilcisi Osmanlı mimarisi ve Mimar Sinan'dır.

Başlıca külliyeler ;

1)Şemsi Paşa Külliyesi
2)Kılıç Ali Paşa Külliyesi
3)Zal Mahmut Paşa Külliyesi
4)Sokullu Külliyesi
5)Süleymaniye Külliyesi
6)Mihrimah Sultan Külliyesi
7)Kara Ahmet Paşa Külliyesi
    .                            .
    .                            .
    .                            .
  Hadım İbrahim Paşa Külliyesi
  Haseki KülliyesiŞehzade Külliyesi
  Piri Mehmet Paşa Külliyesi
                                                     gibidir.


  3)Külliyenin unsurları ;

  Külliyelerin merkezinde ibadet ve eğitim mahalli olan camiler yer almaktadır. Camiler halkın günlük ibadetlerini ifa ettiği bir yer olmanın yanında medrese öğrencilerinin  ders gördüğü bir örgün eğitim kurumu ve halka açık muhtelif programlarıyla da bir yaygın eğitim kurumu olma özelliği taşımaktadır.

4)Külliyelerin şehir içindeki yeri

 Zikredilen unsurlarıyla külliyelerin şehir hayatında merkezi bir yeri olduğu söylenebilir.Külliyeleröyeni kurulan bir yerleşim yerinin ya da mevcut bir şehrin gelişmekte olan kesimlerinde ihtiyaç duyulan hizmetlerin altyapısını oluşturmak amacıyla oluşturulmuştur.Bizzat külliyenin kendisi, bümyesinde bulunan kurumlarda istşhdam ettiği personel itibariyle önemli bir yerleşime zemin oluşturmaktadır. 

Külliyeye ait vakıf gelir kaynaklarını teşkil eden çarşı, kapalıçarşı, bedesten, han, dükkan, imalathane gibi mekanlar, bulundukları mahallinin ticari ve sınai ihtiyaçları için altyağı oluşturarak önemli bir katkı gerçekleştirmektedir.Meşruta olarak kullanılan evlerde dikkate alındığında vakıf sisteminin bu konudaki katkısının daha da arttığı görülecektir.Buna medreese ögerncilerinin barınmasında tahsis edilen medrese odalarını da ilave etmek gerekir ki, bu takdirde vakıf sisteminin konut ve barınma meselesinin hallinde merkezi bir role sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. 

5) Vakıf-Külliye geleneğinin yeniden ihyası

Sosyal bilimlerin laboratuvarının tarih olduğu söylenir. Bu açıdan bakıldığında bugün karşı karşıya bulunduğumuz sosyal ve iktisadi problemlerin çözümünde tarihten alınacak pek çok ders olduğu görülür. Vakıf sistemi ve sistemin önemli bir kısmını oluşturan külliyelerin iyleyiş tarzı modern devlet yapısının bir türlü içinden çıkamadığı eğitim, sağlık ve konut sorunlarının çözümünde son derece makül ve uygulanabilir bir çözüm şeklini içermektedir.Kendi döneminde sözkonusu sorunların çözümünde önemli bir fonksiyon icra etmiş olan bu sistemin günümüz şartlarına uyarlanmasıyla da benzer problemin çözümünde önemli katkılar sağlanması düşünülebilir.

Vakıf anlayışı içinde belirli gelirlerin tahsisi ile birlikte şirketlerin, derneklerin ve fertlerin gönüllü katkılarıylada oluşturulacak kar amacı gütmeyen bir fon veya fonlarda toplnacak birikimlerle sözü edilen problemin çözümü istikametinde önemli adımlar atılabilir. Bu suretle bütçe üzerindeki baskilar hafıfletılmek suretiyle mali krizlerin temel sebeplerinden biri olan kamu finansman açıklarının da azaltılması yönünde bir gelişmeye zemin hazırlanabileceklerdir.   

Cami inşası ile birlikte okul , dershane, halk eğitim merkezleri, kültür merkezleri, sağlık ocağı, kütüphane gibi hizmet birimlerinin inşası ve hizmete sokulması düşünülebilir.Yine külliye bünyesinde düşünülebilecek alışveriş merkezleri, muhtelif imalethaneler ve de  tamirhaneler gibi çevrenin ihtiyacını karşılamak hem de cami ve çevresinde oluşturukan kurumların hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli mali desteğin saglanması açısından önemli bir fonksiyon icra edecektir. 

Oluşturulacak modellerin yaygın bir şekilde uygulanması uzun vadede devletin eğitim, sağlık ve kültür hizmeterine yönelık mali yükünü hafifletecektir.Bu sistem halkın gönüllü katılımını sağlama açısından da önemli bir fonksiyon icra edecektir.

             Tahsin Özcan                              (http://www.diyanetdergisi.com/'den alıntıdır.)                                                                    

 

Kulliyelerin simdiye kadar anlattigimiz birimleri, saglikli insanlarin, ruhi, zihni, fikri ve bedeni ihtiyaclarini karsilamak, onlari her bakimdan mutlu kilmak icin tesis edilmislerdi. Saglikli insanlar bu derece dusunulunce, hastalariunutmak elbette mumkun degildi. Iste onlar icin de darussifalar, yani sifa evleri insa edilmisti. Darussifanin genis hizmetli kadrosu icinde tabiplerin secimine ayri bir onem veriliyordu. Vakfiyelerdeki tasvirlere gore, onlarin, tip ilminde yetkili, tesrihte, (acma, otopsi, anatomi) maharetli, kendisine saygi duyulan, bilgilerini tecrube ve ameliyat ile saglamlastirmis, sanatinin kaidelerini tecrube suzgecinden gecirmis, tababet ve hikmetin butun inceliklerine vakif, psikolojik durumlari cok iyi anlayan, ilac verirken tatlilikla ve yumusaklikla hareket eden, ilac imalinde tecrubeli, hangi ilacin hangi hastaliga iyi gelecegini hem nazari hem de uygulama acisindan iyi bilen, acizlik ve tembelligi kendilerine reva gormeyen, hastalarin tedavisinde en guzel tedbirleri alan, hastalara yumusak davranip, onlara yakini gibi nezaket gosteren, onlari sik sik yoklayip hallerini soran, gerektigi zaman derhal hastasinin basina kosan kisiler olmaliydi. Goruldugu gibi, XV.-XVI. asirlar Osmanli kulliyelerinde tabiplerde aranan bu husûsiyetler, cagimiz tip ve insanlik anlayisindan farksizdi.

Kulliyenin daha insaati baslamadan once insaat alanina su getirmek uzere su yollari sebekesi insa ediliyor, diger butun birimlerden once cesmeler ve hamam yapiliyordu. Gaye iscilerin banyo ihtiyaclarini gidererek rahat calismalarini temin etmekti. Kulliyenin esas bolumlerinin insasindan sonra ise vakif kurucusunun turbesinin yapimi, diger insanlarin ebedi istirahatgahlari icin mezarlik ve bahceler tesisiyle cevre duzenlemesi tamamlaniyor ve boylece kulliyenin tabiatla uyumu saglaniyordu.

Elbette bunlarla is bitmiyordu. Cok fonksiyonlu bu kompleksin saglikli ve ebedi olarak isletilebilmesi surekli gelir kaynaklarina sahip olmasina bagliydi. Cunku buralarda yuzlerce insan gorev yapiyordu. Mesela, XVI.yy`da Mimar Koca Sinan`in muhtelif vakif kuruculari adina insa ettigi on dort kulliyede toplam 2529 kisinin calistigini biliyoruz.Iste bu komplekslerin bakim ve onarimini yapmak, personelin ucretini odemek icin, bu hizmet kuruluslarina surekli gelir temini gayesiyle, kulliye sahipleri, ayrica muhtelif is yerleri de yaptirtmislardi. Sehrin fiziki yapisinin ve ekonomisinin gelismesine onemli katki saglayan bu yapilasmaya bir ornek vermek gerekirse, Fatih kulliyesinin akari olarak, Istanbul ve Galata semtlerinde, 4250 dukkan, 3 is hani, 4 hamam, 7 burgaz (kosk), 9 bahce ve cevresiyle birlikte bir butun olusturan bezzazistan (bedesten, esnaf carsisi) ve nihayet ll30 ev yaptirilmisti.Tabii burada soz konusu evler de diger binalar gibi vakfin kiralama yoluyla isletilen mal varligini olusturuyordu.Bunlarin yaninda veya cevresinde yer alan mulk meskenlerle kulliye etrafinda olusan mahalle, semt veya site tamamlanmis oluyordu. Tabii birinin bittigi yerde diger kulliyenin birimleri basliyor, boylece buyuk bir sehrin dokusu olusuyordu.

XVI. asir Osmanli mimarisine damgasini vuran Mimar Sinan`in yapilarinda yakin ve uzak cevre iliskilerini inceleyen bir arastirmada, bu iliskilerin acevre-uyum" seklinde ortaya ciktigi, bu uyum icinde, dunya mimarisinde cok az rastlanan agelecekteki cevrenin olcusunu saptamak, gelecekle diyalog kurmak, kentin ilerideki siluetini ve karakterini belirlemek" gibi bir olguyla karsilasildigi vurgulanmakta; bunun pratik islevin cok otesinde amimari dusunce"nin bir urunu oldugu, kendinden onceki Osmanli yapilarinda da rastlanan bu iliskiyi, Sinan`in aher buyuk usta gibi kendinden onceki birikimi ozumseyip, yeniden yogurup norm olma ozelligine eristirdigi" belirtilmektedir. Osmanli sehrinde yapilar, aozellikle piramit camiler, bittikleri noktadan oteye bir sureklilik gosterirler. Cevre baska bir yapilar toplulugu degil, yapinin bir devami gibidir. En buyuk sultan camilerinde dahi, olusmus cevreyi kollayan, kendinden sonra olusacak cevreye yol gosteren bir tutum vardir" . a Yakin cevreyle plan duzlemindeki bu alcak gonullu uzlasma, ucuncu boyutta (ozellikle piramit camilerde) kent siluetini olusturucu, surekliligin bilincinde, kendisinin bir devami olacak yapilasmanin olcegini, hatta ritmini belirleyen bir nitelige burunur." Mesela, aSuleymaniye Istanbul silueti icinde tek bir yapi olarak degil cok genis bir cevreyle birlikte bir butun olarak etki yapmaktadir; ana kubbeden baslayarak yan kubbelere, revaklara kadar uyum icinde inen, yakin yapilara atlayip uzak cevreye kadar yayilan, sonra tekrar ayni uyum icinde baska bir anitin ana kubbesine dogru yukselen bir dalgalanmanin parcasi olmustur". a...Sinan`in Suleymaniye sirtlarinda baslatip kendinden sonraki ustalarin ve halkin Marmara kiyilarina indirdikleri bu mimari, XX. yuzyilin acik eser kavraminin ozgun bir ornegidir".

Yer yer agac topluluklarindan meydana gelmis yesillik yiginlari arasindan, bir batilinin asehir taclari" olarak niteledigi kulliyelerin tastigi, l573`te Istanbul`a gelen Du Fresne-Canaye`in ifadesiyle aadeta korular arasinda kurulmus a Istanbul`un bu silueti, Turklerin tabiat, insan ve tanri arasindaki iliskiler uzerinde yaptiklari yorumun vakiflar yoluyla tecessumunden ibaretti. Sadece Istanbul`da degil, klasik donem butun Osmanli ulkesinde kamu yararina yonelik imar ve sehircilik hareketleri, devlet butcesine degil genis capta ferdi tesebbuse dayaniyordu. Baska bir ifadeyle, Osmanli sehirlerinde cesitli turdeki yapilara ait insaatlar, buyuk cogunlukla sahislar tarafindan gerceklestiriliyordu. Sahislarca yaptirilmasi tabii olan konutlar bir yana, toplum yararini amaclayan ve yukarida tipolojisini cizmeye calistigimiz dini, kulturel ve sosyal nitelikli yapilar, padisahlar, saray mensuplari, pasalar ve diger varlikli hayirseverler tarafindan yaptiriliyordu. Kisacasi, sehirlerin fiziki dokusunda en buyuk yeri tutan cesitli turdeki yapilarin meydana getirilisinde temel ogeyi sahsi faaliyetler olusturuyordu.

Toplumun yararina bir hareketle hayir isleme dusuncesi, yapi insasi ve isletmeciliginde devletin dogrudan gorev yuklenmemesi, imar girisiminde bulunan sahislari, vakif sisteminin imkanlarindan yararlanmaya yoneltmisti.

Vakif sisteminin sureklilik ilkesi ile birlikte, dokunulmazliga da sahip bulunmasi, vakif imaret sitelerinin ve vakif kulliyelerin guven icinde vakif gelirleriyle hayatlarini surdurmelerini saglamistir.

Dini inanclarin cok guclu oldugu klasik donem Osmanli toplum duzeni ve dunya gorusu, toplumda gelir fazlasina sahip olan sahislarin, cogunlukla bu malvarliklarini kamu yararina yonelik tesisler meydana getirmek uzere hayir alanlarina aktarmalari sonucunu dogurmustu. Bu dini inanclara dayali genel egilimlerin yaninda, vakif kurumunun, hukuki statuye ve sureklilik kavramina sahip olmasi olgusu da, imar ve sehircilik konusunda ferdi tesebbusler icin ileriye yonelik gercek bir guvence teskil etmisti. Sunu ozellikle belirtmek gerekir ki, Anadolu ve Rumeli topraklarinda timar sisteminin uygulaniyor olmasi, Osmanli devletinde vakiflarin olaganustu gelismesine sebep olmustur. Fakat Selcuklu ve Osmanli devirleri Turk toplumunda, hayir kuruluslarinin ve bu amacla meydana getirilen yapilarin hepsinin mali kaynaginin temelinde, gorevle ilgili tahsisler ve temlik edilmis araziye ait gelirlerden saglanan paralar yatmaz. Bunlarin bazilari ticari gelirlerle, yani kaynaginda hicbir devlet tahsisi bulunmayan, tamamen ozel kazanclarla meydana getirilmistir.

Osmanli devletinde, sahsi imar faaliyetleri sonunda sehirler kurulmus, kucuk yerlesme birimleri zamanla sehir haline gelmis, eski mevcut sehirler, yepyeni binalara ve bir takim kuruluslara kavusturularak gelistirilmistir. Osmanli donemi Turk sehrine karakterini veren kulliyeler, sahsi tesebbusun vakif yoluyla sehircilige yaptigi katkinin en onemli delilleridir. Sahislar kendi imkanlariyla, soz konusu kulliyeleri , diger bir ifadeyle imaret sitelerini meydana getirirken, kendisinden sonra eserine bir mudahale olmayacagi, kamuya yonelik olarak tasarladigi ve teskilatlandirdigi hizmetin ebediyyen surecegi inancina sahipti. Kisilere bu kesin inanc ve guvenceyi veren sey, vakif kurumu idi. Zira her seyden once vakiflarda sonsuzluk ilkesi esasti. Vakfin idamesi, devletin koruyucu gucunun kanatlari altindaydi.

Vakiflarin idari ve mali ozerklige, hukuki acidan tuzel kisilige sahip bir kurum olmasi, bireyin ona guveninin temel dayanaklarindan bir digerini olusturuyordu. Vakiflarin bu onemli ozelligi onun cok genis capta yayginlasmasinda da etkili oluyordu. Devlet gucunun vakiflar uzerindeki en belirgin koruyuculuk garantisi, batililasma donemine ve merkeziyetci anlayisin Osmanli yonetiminin her sektorune hakim kilinmasina kadar, devletin vakfin gelir kaynaklarina mudahale etmemesi, vakif kurumunun yerinden yonetim esaslarina, serbest ekonomi kurallarina ve demokratik prensiplere uygun olarak, her turlu burokratik usûlerden azade, ozerklik ve tuzel kisiligi zedelenmeden yasamasini saglayan hukûki ve siyasi ortami hazirlamis olmasiydi.

Eger tarihte oldugu gibi gunumuzde de, vakiflarin kamu hizmetlerinin gorulmesinde bir atilim gerceklestirmesi istenirse, ikiyuz yildir ondan esirgenen bu yonetim tarzina onu yeniden kavusturmak gerekir. Ister dunya olceginde, ister ulke bazinda ele alalim, cagimizda yasanan sikintilar; insanlar, topluluklar, devletler ve hatta ulkeler arasinda yasanan gelir dagilimi dengesizligi, egitimde firsat esitliginin saglanamamasi, dogrudan yasama hakkini ilgilendiren genel saglik sigortasinin kurulamamis olmasi ve geri kalmis ulkeler basta olmak uzere genel dunya nufusunun buyuk ekseriyetinin sosyal guvenlik kapsamindan mahrum olarak sefalet sinirinin altinda yasamaya mecbur ve mahkûm edilmesi, ve benzeri sorunlardan kaynaklanmaktadir. Bugun yeryuzunde ekonomik degerler hakca paylasilamamaktadir. Dunya nufusunun % 20`si, gelir kaynaklarinin % 80`ini kullanmakta; % 80`i ise paylasilabilir kaynaklarin ancak % 20`sini alabilmektedir. Oysa tabiatin imkanlarindan yararlanmakta herkesin hakki vardir. Bu adaletsiz gelir dagilimini dengelemeden ve egitimde firsat esitligini saglamadan, bozulmus dengeleri, yerli yerine oturtmak mumkun degildir. Gucsuzu, yetimi, oksuzu koruyup gozetecek bir sistem kurulmadan egitimde firsat esitligini yakalamak ve toplumlari yasanabilir bir hayat standardina kavusturmak mumkun degildir.

Selcuklu ve Osmanli donemlerinde irk, din, dil ayirimi gozetmeksizin herkese, her boyutta, hatta Farabi`nin ifadesiyle aoturulabilir sehirlerin", Osmanli kulliyesi ve cevresi misali huzur ortamlarinin olusmasinda son derece onemli rol oynayan vakif sisteminin felsefesi yakalanabilirse, gunumuzdeki insanlik sorunlarinin hic degilse bir bolumunun vakif yoluyla cozumlenebilecegini dusunmekteyiz. Ancak kurulacak vakfin kaynagi kisinin kendi emegiyle kazandigi malvarligina dayanmalidir. Yeterince ekonomik bir potansiyele sahip olmadan kurulan vakiflar, ilk kurulus heyecaninin gecmesinden sonra tikanip kalmaktadir. Esas itibariyle vakiflar; amacini gerceklestirebilecek ve onu surekli kilabilecek malvarligini kar amaci gutmeksizin kamu hizmetine sunmasi gereken kuruluslardir. Ne yazik ki son donemlerde, dernekcilik anlayisiyla sermayesiz vakiflar kurulmaya baslanmistir. Bu sekilde ortaya cikan ve hayatiyetlerini devam ettirmeyi aidat ve bagislara baglayan vakiflarin kuruculari ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, toplum hayatini etkileyip yonlendirecek onemli katkilarda bulunamazlar. Istisnalar bir yana bugun Turkiye`de, sermaye birikiminin yitirildigi Osmanli`nin gerileme doneminde oldugu gibi; muesseseler kuran vakiflar yerine, yapilasmayi ve cok fazla harcamayi gerektirmeyen soyut amacli vakiflar kurulmaktadir. Bu anlayistan en kisa surede vaz gecilmeli, yeterli plan, proje ve sermaye birikimine sahip vakiflar kurulmalidir. Bundan sonra kurulacak vakiflar ferdi meseleler yerine genis kitleleri ilgilendiren toplumsal konularla mesgul olmalidir. Bir yoksula yardim yerine, issize is imkani saglayan tesisler dusunulmelidir. Burs yerine, karsiliksiz ve nitelikli egitim imkani saglayan her seviyede okullar, ilac parasi yerine, yoksulu parasiz tedavi edecek hastahaneler tasarlanmalidir.

Bin yillik Turk vakiflarini temsil ve idare eden Vakiflar Genel Mudurlugu ise, kanaatimizce, yeni bir yapilanmaya tabi tutulmali, bu vakiflarin yonetimi, Turk Medeni Kanunu`na gore kurulan vakiflarin mutevelli heyet baskanlarinin da belirli bir oranda yer alacagi, genis tabanli bir Danisma Kurulu`na, secimle gelmis bir Yonetim Kurulu`na sahip, genel hukumler cercevesinde murakabeye tabi ozel hukuk hukumlerine gore idare olunur, ayri butceli mustakil bir yapiya kavusturulmalidir.

Gunumuzde uygulanabilir nitelikte gordugumuz ve bir kismini yukarida belirtmeye calistigimiz hizmetlerin topluca, tabiat ve insan gercekliginden hareketle, iman, bilgi ve eylem dengeleri uzerine oturan ve Farabi`nin aerdemli, mukemmel sehir" tasariminin kendi cagina gore tarihi tecrubesi olan Osmanli kulliye ikliminin cagimiza gore yeniden yorumlanarak yeni huzur ortamlarinin tasarlanmasi sûretiyle gerceklestirilmesi dusunulemez mi? Ancak bu taktirde, vakiflar, yeniden sehircilik konusunda da devreye girmis olur. Suphesiz boyle birhareketin gerceklestirilebilmesi, diger bir ifadeyle vakiflarin ucuncu sektor olarak dinamik bir bicimde toplumlarin ve butun insanligin hizmetine sokulabilmesi, ancak tarihte Turk vakif medeniyetine yon veren aHerkesin bir yonu (ve yontemi) vardir. Siz hayrat yapmaya koşun, bu hususta birbirinizle yarış edin..." hukmunun arkasinda yatan felsefenin anlasilmasinave bu felsefeye gore davranacak insanlarin yetistirilebilmesine baglidir.

                                                                

                                          

Popular Posts